İkinci Dünya Savaşı'nın yaralarını yeni sarmış, altmışları karşılayan İngiltere'nin kabuk değiştirmesiyle Beatles'ın ardından Yes de rock maratonuna katıldı. Rock'ın Roll'dan ortaçağın fantastik barok dönemine, oradan da teknolojinin sınırsız imkanlarıyla zirveye yapılan yolculuğun, 28 yılı aşan ve 'evet' dedirten bir müzik macersının anlatıldığı bu kitap rock tarihinin küçük bir panoramasını sunuyor...Cem Akkılıç 1997
Evet, YES için Türkiye'de bir kitap yapıldı. Yıl 1997 idi. Müzik yayıncılığında adını duyurmuş "Stüdyo İmge - MİNÖR" tarafından basılan kitabı; "Cem Akkılıç" hazırlamış ve şarkı sözlerini'de "Ahmet Asaf" çevirmişti.
İlk basımı Mart 1997'de yapılan kitap 163mm boy ve 115mm eninde bir "Cep Kitabı" formunda basılmıştı, 111 sayfaydı ve 250,000.- TL'den satışa sunulmasına rağmen kısa sürede 750,000...-TL'ya kadar ulaşmıştı.
Elinde bu kitaptan olan YESseverler değerini iyi bilsin.
YES TÜRKİYE
The remembering (high the memory)
As the silence of the seasons on we relive abridge sails afloatAs to call light to the soul shall sing of the velvet sailors' course onOf the velvet sailors' course onShine or moons send me memories trail over days of forgotten tales Course the compass to offer into a time we've all seen onInto a time we've all seen on...
The remembering (high the memory)
Yüzen gemilerde yaşarken biz yeniden mevsimlerin sessizliğini
Işığı çağırır gibi şarkısını söyleyecek ruh yolculuk eden kadife denizcilerin.
Yolculuk eden kadife denizcilerin.
Işıltı ya da aylar gönderiyor bana anıları unutulmuş öykülerin peşindeki
Pusulayı yönlendiriyor anıları sunmak için bir zamanın içine hepimizin gördüğü
Bir zamanın içine hepimizin gördüğü...
YES CEM AKKILIÇ ISBN 975-7437-27-1
Evet tamıtamına 10 yıl oldu Yes kitabım çıkalı. Türkiye de bir ilkti ve ne yazık ki ilk ve son olarak kalmaya devam edecek gibi gözüküyor.Kitabı hazırladığım da o zamanlar ne internetdiye birşey, ne de bu günün gelişmiş bilgisayarları yoktu ben de.Kitabın hazırlanması için gerekli olan materyaller son derece kısıtlıydı.Varolan şey bir plakçalarım ve Yes in her biri sanat eseri sayılacak plaklarından ibaretti ve de geniş hayal gücüm.Sadece bu imkanlarla hazırlamıştım kitabımı.Bir daktilodan dahi mahrum samanlı kağıtlara el ile yazdığım eskizler kitabı oluşturdu ve Yes’in kendisine yürekten bağımlı hayran kitlesinin kütüphanelerinde saklanmaya devam ediyor.Bunu adım gibi biliyorum.Metallicaların Nirvanaların Pearl Jamlerin prim yaptığı bir dönemde kartpostal basar gibi üretilen Metal müzik kitapları ve dergilerinin yanında Yes bir süs gibi duruyordu aslında.
Yes kitabı hazırlık aşamasındayken yanlızca bu zorluklarla boğuşmak zorunda kalmamıştı.Editörlerin sert muhalefetine, acımasız eleştirilerine dayanmak zorunda kalmıştı, hatta yayınevi kitabı basmak konusunda karar verdiğinde kitabın ticari zararının diğer kitap satışlarıyla dengelenebileceği söylenmişti.
Metal müziğin endüstiri olduğu doksanlarda cilalı parlak kağıtlara basılan heavy metal müzik kitaplarından kaç tanesi hatırlanıyor acaba şimdi?.Yes’e sıkı sıkıya bağlı fanatikleri için (her yaş grubundan)Türkiye’de hazırlanmış bu yeğane tek kitabın değeri kuşkusuz çok büyüktür.Fakat Yes dönemin şartlarına göre ticari bir intihar olarak görülmüştü ve bu açıdan tüm diğer kitapların arasında bir istisnaydı kuşkusuz.Yayınevi için boşuna sıkılmış bir kurşun, az sayıda bulunan fakat gruba gönülden bağımlı hayranları için bulunmaz bir nimetti .Kısa süre sonra görüldü ki Müzik kitabı endüstirisi baronlarının(kişi isimleri vermek istemiyorum)kaygıları boşunaymış. Kitabın basılmasına karşı olan(ticari intihar olarak gördükleri için)birkaç editör bile basım tarihinden sadece 3 ay gibi kısa bir sürede Yes’ ikinci baskıya girmesini hayretle ve şaşkınlıkla izlemişlerdi.2010’lu yıllara yaklaştığımız şu dönemde hala Yes’le ilgili yeni bir kitabın yazılmamış olması ne kadar üzücü olsa gerek.Oysa ben tüm imkansızlıklar içinde Yes’i hazırladığımda en büyük amaçlarımdan biriside bir miladın başlangıcı olmasıydı.İleride benden çok daha fazla imkanlara sahip olabilecek müzik yazarlarının Yes’le ilgili kitaplar yapmasını beklerdim.Ancak ne yazık ki devamı getirilemedi.Kısacası bayrağı kimselere devredemedik.Yes grubuna gelirsek; grup70’lerde müzik devriminin içersinde yeterince yerini almıştı.80lere doğru çöküş dönemi de yaşamıştı.Ancak Yes 90’lara çok daha güçlü temellerle giriyordu.Kuşkusuz O yıllarda çıkartmış olduğu albümler için saman alevi denilebilir.Fakat Yes bir klasik olma konusunda 90ları bir şıçrama tahtası olarak kullanmıştı diyebiliriz.Yes zaten 70’lerde piyasaya sürmüş olduğu albümlerle sırtını sağlama almıştı ve 90larda bu kredisiyle besleniyordu.Her şey den önce Grup artık 80lerin ezici,yıkıcı punk akımının o büyük sallantının tecrübesini yaşamamışmıydı? İşte 90ların poprock, hip hop akımından da sıyrılıp 2000’lere merhaba diyebilirdi ve aynen de öyle oldu.Yes bundan 300 yıl sonrada dinlenecek, konuşulacak bir müzik grubu konseptini , müzik ekolünü ve tarihin derinliklerinden almış olduğu tınıyı en başlarda zaten yakalamıştı.Evet işte bu konsepttir,ekoldür ve tınıdır beni 10 yıl önce bu kitabı yazmaya yönelten ve şimdi kitabın10.yaş gününde bu yazıyı yazdıran.Tüm Yes’cilere sevgilerle.
CEM AKKILIÇ
Heybeliada İstanbul Şubat 2007
Bu yazım İzedebiyat sitesinde.
Yes'e ait tarafımdam yazılmış eskizlerin orijinalleri
YES'in onuncuyıl yazısı üzerine;
Sevgili Cem Akkılıç, Ne güzel, böyle önemli bir kitabın yazarı ile tanışmak hem de 10 yıl sonra. YESTURKIYE'de de anlattığım gibi, YES le tanıştığımız 70'li yılların başında, ülkemizde bırakın bu gruplar için yazılmış Türkçe kitapları, yerli - yabancı yayınlara bile ulaşmak hayaldi. HEY dergisi, eğer bu efsanelerle ilgili arada-bir haber de yapmasa, onlara ulaşmak olası değildi. 70'lerin ortalarında, "Pop" ve "Melody Maker"ın ülkemizde satışa başlaması ile, harçlıklarımızı biriktirip bunların bazı sayılarına ulaşabiliyorduk. ...... Evet, Efsaneler'le ilgili Türkçe kitapların ortaya çıkışı herhalde 90'larda başladı. Bunların arasında sizin eseriniz "YES" kitabının da çok önemli bir yeri var. Dediğiniz gibi, ilk ve tek olmasının yanısıra halen, YES hakkında başvurduğumuz bir kaynak işlevini de sürdürüyor. Sanıyorum, bu kitabın değerini ilk bilen ve bu vefa borcunu en iyi ödeyenlerden biriyim. YESTURKIYE sayfamızda, sizin de alıntı yaptığınız gibi ayrıntıları ve fotosu ile yer alıyor kitabımız. İşin ilginç tarafı, yurtdışındaki birçok Yes fanı ve Yes fan klübü de bunu görüyor ve benimle hayretlerini paylaşıyorlar. Hatta, yanılmıyorsam, 2005'de Jon Andreson'la İstanbul'daki beraberliğimizde de bu konuyu konuşmuştuk. Ülkemizde böyle bir İLK'i gerçekleştirdiğiniz için sizi bir kez daha kutluyor ve teşekkür ediyorum. Yeni çalışmalarınızı da beklerim. Sevgiler.
Bora Cetin YESTURKIYE
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Led Zeppelin kitabı üzerine bir söyleşi 11.Ocak.2008
Led Zeppelin ile ilgili kitap fikri ilk ne zaman ortaya çıktı?
C.A: Seksenli yıllarda büyük eksikliğini duyduğumuz rock gruplarıyla ilgili biyografi ve dökümanların yayınlanışı doksanların başlarına denk gelmişti. Ogan Güner ve Erim Oral'ın hazırladığı bir kitap vardı. Led Zeppelin ve Deep Purple başlıklı bir kitaptı. 1992 yılında yayınlanmıştı. O kitabı bir soluk da okumuştum. Ancak kitabın Led Zeppelin ile ilgili boşluğu doldurmadığı açıktı. Şarkı sözlerine gelince; çeviriler tatminkar değildi ve sadece birkaç şarkı sözü vardı içersinde. İşte o zaman bir kitap hazırlamalıyım dedim kendi kendime. İlk olarak Yaşar Kendirli'ye ulaştım. Tüm şarkı sözlerinin kaynağı o olmuştu. Ancak yanlızca İngilizce orijinallerinin tabi ki.
Kitap ''In through the out door'' albümünün şarkı sözlerini içermiyor. Oysa ki tüm şarkı sözleri diye alt başlıkla yayınlanmıştı.
C.A: Kitabımda Coda albümünün de şarkı sözleri yoktur. Gerçi Coda grup dağıldıktan sonra yayınlanan bir albümdü Jimmy Page tarafından. Birgün dikkatli bir okuyucudan, editör Levent Erseven'e telefon gelmişti. Okuyucu bu eksikliği fark etmiş nedenini soruyordu. Aslında bu dikkat beni memnun etmişti. Okuyucunun ilgisini gösteriyordu bu davranış. Levent, okuyucunun sorusuna biraz kıvırarak cevap verdiğini söylemişti bana. Kitabın kapağını önceden hazırladığımızı ancak In through the out door'un sözlerini bulamadığımız için kaçınılmaz olarak eldeki basılmış kapakları kullandığımızı söylemişti okuyucuya. İşin aslı bu değildi tabi ki. Başlarken söylediğim gibi, Yaşar Kendirli bana elindeki tüm şarkı sözlerini vermişti. Fakat In through the out door'un sözleri onda da yoktu. Aslında
Kendirli bu kitabın görünmeyen kahramanıdır diyebilirim. O olmasaydı belki de Led Zeppelin kitabı olmayacaktı.
Levent, Avusturya kitap fuarına gitmiş orada dahi bulamamıştı şarkı sözlerini. O yıllarda bile bırakın bir şarkı sözünü, gruplarla ilgili küçücük bir fotograf bulsak, haber görsek yazılı olarak, çölde su bulmuş gibi hissederdik kendimizi. İnternet yoktu, olanaklar oldukça kısıtlıydı. Şimdi bir kaç tıklamayla mesela Robert Plant'in hangi diş macununu kullandığını, JohnPaul Jones'un hangi lokantada yemek yediğini öğrenebiliyorsunuz.
Bütün bunlardan Led Zeppelin kitabının yokluklar içinde hazırlandığını çıkartıyorum. Doğru mu?
C.A: Aslında buna kısmen evet diyebilirim. Doksanlarda hala dinledikleri grup ve ya sanatçının hayat hikayesini merak eden bir kitle vardı. Şimdi bu değişti artık. Biraz hayal gücümün yardımıyla oluştu diyebilirim kitap için. Artık çağımızda meraklı dinleyici kitleleri internetin gelişmesiyle müzik kitaplarına olan bağlarını koparttı. Birde işin başka boyutu var tabi ki ; biyografisini yazacağınız kadar ve belli bir üretim maliyetinin külfetine katlanmayı gerektirecek uzun ömürlü aynı zamanda flaş gruplar olmadığına inanıyorum. Artık dünya bir Beatles ya da Rolling Stones gibi devlerin doğuşuna tanıklık etmiyor. Bu büyük bir etken aslında .Doksanlarda Nirvana, Pearl Jam ve bunun gibi gruplar biraz hareketlilik getirmiş olsalar bile onlarda zamana yenildiler bence. Uzun soluklu kalıcı bir biyografik kitabın yayınlanmısı için pek fazla grup yok ortalıkta. Zaten birçok grup sanatsallıktan öte magazin olarak gündemde kalıyor.
Led Zeppelin kitabı yayınlandığında nasıl bir etki olmuştu?
C.A: Aslında yayınlandıktan bir yıl sonra bile bir müziksevere sorduğumuzda akıllara bizim kitapdan daha çok Erim'lerin kitabı geliyordu. Bunun bir nedeni bizim kitabın fiyatı yüzünden okuyucuyla geç buluşmasındadır aslında. Ayrıca Erim'leri kitabı bir özet niteliği olsa bile içerisinde Deep Purple da olduğu için, iki grup fanları arasında bir çekişmeye neden olmuştu. Bu ilk zamalarda kitabın akıllarda daha çok kalmasını sağlamıştı. Bizim kitap, daha çok kütüphane değeri açısından baktığımızda zamanla ortaya çıktı ve çok beğenildi. Şimdi bile neden kitabın yeni baskısını yapmıyorsun diye soran okuyucu e-postaları alıyorum.
Şarkı sözlerini çevirirken daha çok nelere dikkat ettiniz?
C.A: Sözler çok önemliydi benim için. Ortalıkta birçok çevirmen vardı ve hepside kitapda yer almak istiyordu. Herkes farkındaydı bu tek bir Led Zeppelin kitabı olacaktı. Zaten zamanda beni haklı çıkartıyor şu anda. Hala başka bir kitap yapılmadı grup hakkında. Benimle çalışmak isteyen çevirmenlerin içinde öylesine iddialı olan birisi vardı ki, In throuhg the out door albümünü dinleyip şarkıları metine dönüştürebileceğini söyleyerek benden albümün kopyasını istemişti. Bu elbette mümkün olmazdı ve zaten olmadı.
Çevirmenler konusunda sıkı bir eleme yaptın o zaman?
C.A: Benim The Doors kitabımda bir anım vardır. Orada Jim Morrison'un Horse Latitudes isimli şiirinde karşılaştığımız sorun, özellikle şarkı sözü çevirilerinde iyi yabancı dil bilmenin yeterli olmadığına bir kanıttır. O şiirde geçen 'green gallop' kelimelerinin anlamını bir türlü bulamamıştık. Açıkca kapısını aşındırmadığım çevirmen hatta İngiliz dili edebiyatı eğitmeni kalmamıştı. Şiirde anlatılan tema İspanyolların Amerika kıtasına giderlerken denizde yakalandıkları fırtına üzerine kuruludur. Kaptan ve tayfalar gemiyi batmaktan kurtarmak için son çare olarak kargoyu boşaltmaya karar verirler. Bunun sonucunda atlar denize atılacaktır. Amaç gemiyi hafifletmektir. Ben o dönem The Doors piyasaya çıktığında LosAngeles'da bulunuyordum. Zaten kitap da orada elime ulaşmıştı. Gemimizin ikinci kaptanı sevgili dostum Ali Camcı ile giriştiğimiz küçük bir iddia sonucu 'green gallop' şifresi çözülmüştü.
Hatta Ali kaptan şiirin ismini (Horse Latitudes) bir yerlerden anımsadığını ve deniz meteorolojisi kitabına bakarak bunun bir rüzğar çeşidi olduğunu ortaya koymuştu. 'Green gallop' ise geminin kargosunda bulunan atların yosunlaşmış nallarını betimliyordu. Çünkü şiirde anlatılan çağda gemiler ahşaptı ve bir miktar su sızdırırlardı. Bu deniz suyu uzun deniz yolculuklarında nalların yosunlaşmasına sebep oluyordu. İşte bunların hiçbiri bizim aklımıza gelmemişti.
O zaman Led Zeppelin'de çevirilerde zorlandınız mutlaka. Bu zorlukları nasıl aştınız?
C.A: Aslında beni en çok korkutan yanlış bir şey yapmaktansa eksik bir şeyler yapmaktı. Yani geride eksik kalmamalıydı. Bugün bile kitap da, bir Kashmir'e ya da Battle of evermore a baktığımda doğruyu yapmış olduğumuzu görebiliyorum. O şarkıların tümü benim için kutsaldır ve bugün geriye baktığımda çok mutlu oluyorum.
Mukaddes İlgün bu zorlu çeviri dünyasına nasıl girmişti o zaman?
C.A: O çok iyi kalpli ve işini gerçekten iyi yapabilen bir çevirmendi. İngiliz diline hakimdi. Kendisi çeviri dünyasına zaten Bukowski'nin Kadınlar romanıyla girmişti daha önce. Tek eksiği zerre kadar Led Zeppelin'i tanımıyordu. Başlarda biraz ürkmüştü ama sonraları birlikte gerçekten iyi çalışmalar yapabildik. Ona grubu tanıyabilmesi ve kulak dolgunluğu için müziği dinlemesi gerektiğini söylüyordum ve albümlerin kopyalarını vermiştim. Hatta Robert Plant'in şivesine adapte olabilmesi için elimde bulunan Led Zeppelin bootleg konser kayıtlarından oluşan geniş ses arşivi de bunlara dahildi. Bir süre sonra Mukaddes bana 'Cem sayende geniş bir müzik arşivim oldu 'demişti.
Çalışırken hiç sorun yaşanmıyor muydu çevirilerde ya da anlaşamadığınız oluyor muydu?
C.A: Elbette oluyordu. Söz konusu olan sıradan bir şairin ya da grubun çevirileri
değildi. Üzerinde uğraştığımız Led Zeppelin'di ve en iyisini yapmalıydık. Mukaddes İlgün'ün zaman zaman pes ettiği oluyordu ve 'bende buraya kadar' diyordu. Bir gün geliyor, Custard pie şarkısının ne anlam taşıdığını bulamadığından dert yanıyordu. Çünkü benim en mükemmele ulaşmak istediğimi anlamıştı ve sadece tek bir Led Zeppelin kitabı çıkartabileceğimi biliyordu. Ayrıca çevrilen her şarkının çevrilmiş halini saatlerce okuyup mutlaka bir eksik ya da fazlalık bulacağıma da hazırlıklıydı.
Custard pie sorunu nasıl çözüldü?
C.A: Ben bu kitabı hazırlarken ve grubun yaşam öyküsünü yazarken bir dünyanın içersine girmiştim. Kısa zaman sonra onlarca çevirmeni elemiş Mukaddes'ide bu dünyanın içine çekmiştim. İnsanlar günlük işleriyle uğraşırken dışarıda, biz dünyanın en iyi grubunun yaşam hikayesiyle ve şarkılarında ne mesajlar verdiğiyle uğraşıyorduk. O anda bizim için en önemli olan işte buydu.
Kütüphanemde bir Amerikan Slang sözlüğü vardı ve bu oldukça işimize yaramıştı diye anımsıyorum. Custard pie gibi birçok bilinmezi çözmemizde etkili olmuştu o küçücük sözlük. Mukaddes'e göre şarkılar oldukça müstehcendi. Bir gün bana 'yahu bendeki şansa bak' demişti. 'Daha önce Kadınları çevirmiştim şimdi ise Led Zeppelin'. Aslında grubun müstehcenliğini şarkı sözlerinde aramaktansa daha çok sahne şovlarında ve Robert Plant'ın vocal tekniğinde aramak gerekir.
Yıllar sonra kitaba baktığında şurası eksik burası eksik dediğin oluyor mu?
C.A: Bu kitap bir Led Zeppelin başvuru kaynağı olsa da ilk çıktığı zaman güncelliğide yansıtmıştı. John Bonham'ın ölümünden sonraki yıllarda yapmış oldukları müzikal çalışmalarda kitap içersinde vardır. Tabi ki doğal olarak 94 yılına kadar olan çalışmalardır bunlar. Şimdi geçen zamana karşı elbette eksiklikler ortaya çıktı. Ancak bu kitap Led Zeppelin kitabıydı ve en baştan son ana kadar, yani Bonzo'nun ölümüne kadar geçen süreyi birazda öykü biçimiyle
kapsamaktadır. Aslında kitabın asıl başarılı olma nedeni benim hiçbir şekilde ticari beklentimin olmamasıydı.
Hatalı bulduğun kısımlar, keşke olmasaydı dediğin bölümler oldu mu?
C.A: Ben kitabın baskı aşamasındayken Türkiye'de değildim. Külüstür bir gemiyle dünyayı dolaşıyordum. Doğal olarak bu son aşamada bazı hatalar oldu. Stüdyo İmge daha çok işin ticari boyutuyla ilgilendiği için metin düzeltme gibi işlere çok fazla önem vermiyordu. Onlar için kitabın kapağında Led Zeppelin yazması yeterliydi. Benim için böyle bir şey söz konusu dahi olamazdı. Bütün enerjimi kitaba vermiştim. Bu enerji sayesindedir ki kitap halen konuşuluyor, bir formula f1 forumunda okunması için öneriliyor, baskısı olmadığı için insanlar fotokopi yöntemiyle kitabı edinmeye çalışıyorlar. Kitap da hiç olmaması gereken hatalar oldu mutlaka. Ne yazık ki düzeltme imkanı da yok. Örneğin bir yazımda Dazed and confused şarkısında Jimmy Page'in şarkının solo bölümünde keman yayı kullandığını yazmışım ama bu, kitaba; Page'in solo albümü olduğu ve bu albümde kemen yayı kullandığı şeklinde geçmiş. Led Zeppelin benim hayatımdaki ilk yayınlamış kitaptır. Ve bu imkanı bana o zamanlar sadece Stüdyo İmge vermişti. Hiçbir kısıtlama yoktu yazacaklarım konusunda. Ben hazırlayacak yönetecek, onlarda yayınlayıp satacaklardı kitabı.
Birazda bu günlere gelelim. Yayınevinden ve kitabın hazırlanışında emeği geçen diğer kişilerle görüşebiliyor musun?
C.A:Ne yazık ki hayır. Stüdyo İmgenin devam ettiğini söylüyorlar. Ancak takip edemiyorum. Editör ve yayınevinin sahibi Levent Erseven çok iyi bir insandır. Bodruma yerleştiğini küçükbaş hayvanların bakımıyla uğraştığını ve münzevi bir yaşamı tercih ettiğini duydum. Hatta cep telefonu bile kullanmıyormuş. Çok sevdiği İstanbul’u terk etmiş. Birde Vildan Bizer vardı editörler arasında. Hatta eşi denizaltı filosunda subaydı. Onunda çok yardımlarını görmüştüm. Mukaddes
İlgün'e gelince, o bir Kanadalıyla evlenip Kanada’ya yerleşeceğini söylemişti yıllar önce. Sonra hiç haber alamadım kendisinden.
Geçen yıl bir rock forumunda müzikte tek tanrı vardır oda Led Zeppelin' dedin ve ortalık karıştı.
C.A: Rock forumu değil bir Pink Floyd forumuydu orası. (gülüşmeler) Aslında sözlerim bazıları tarafından çarpıtıldı. Led Zeppelin'i tanrı sıfatıyla bütünleştirmem Pink Floyd'u küçültüyormuşum gibi etki yarattı onlarda.
Bir nevi arı kovanına çomak soktun.
C.A: Sanırım bal yapmayan arılardan söz ediyorsun. (kahkahalar) O internet forumu bir Pink Floyd forumu değil de bir rock forumu olsaydı tartışma çok farklı olurdu. Hatta bunu denemek için başka forumlarda o sözümü slogan halinde kullandım. Gelen tepkiler çok olumluydu. Ama Pinkciler (Pink Floyd forumundakileri kastediyor) akademik bir tartışma ortamı yaratacaklarına beni Pink Floyd düşmanı olarak gördüler. Adamlara o kadar dokundu ki Led Zep'in tanrıyla ilişkilenmesi, bir anda ilkel kabileler gibi davranışlara girdiler ve Led Zeppelin düşmanı kesildiler. O forumda da söylemiştim ve şimdide tekrar ediyorum. Ben PinkFloyd müziği olmadan yapamam, ama bu Led Zeppelin'in en büyük olduğu gerçeğini değiştirmez. Büyüklüğün daha doğrusu en büyüklüğün bir takım kanıtları vardır ve her zaman sadece bir numara vardır. Bu yaşamın her alanında böyledir. Tersini söyleyemezsiniz. Her şeyi alt alta toplayın, çıkartın, bölün ve hatta kare kökünü alın, birincilik koltuğunda daima Led Zeppelin'i görürsünüz.
Pink Floyd forumundakiler böyle yapmadılar o zaman?
C.A: Onlarda gerçeği biliyorlardı aslında. Ama bunu gurur meselesi yaptılar. Sonra Led Zeppelin'i bırakıp Steve Hove'a saldırdılar. Güya Steve Hove son zamanlarda Pink Floyd şarkıları söyleyerek karnını doyuruyormuş. Hatta bunu forum yöneticisi yazdı ve diğerleri de destekledi. Saçmalığı düşünebiliyor musunuz Yes grubunun gitaristi Pink Floyd grubunun şarkıları sayesinde karnını doyuruyor. Herhalde bu adamlar internet yoluyla Steve Hove'un banka hesaplarına girmişler ki bu kadar biliyorlar her şeyi ve bir servet sahibi olan gitaristin aç kaldığını yazıyorlar. Bunu sokakta gitar çalan birisine bile söyleyemezsiniz. En azından adam, ben sadece bir grubun şarklarını çalmıyorum ki diye kendisini savunur.
Bu yazıları yazmaları, aslında belirgin bir saplantılı ruh halinden daha çok müzikten ne kadar anladıklarını da gösteriyor. Ben, Led Zeppelin Tanrıdır derken birçok da kral vardır dedim. Onlar bunu hakaret ve aşağılama olarak algıladılar ve işi futbol tribünü şovenistliğine dönüştürdüler. Cemaat kültürü davranışları ve kendinden olmayanı öldür felsefesi. Zaten bu sebeplerden dolayı da forumlarında üç beş kişiden fazlası bulunmuyor. İşin özeti işte budur.
Led Zeppelin kitabının bir gün internette e-book olarak yayınlanmasını ister misin ?
C.A: İnternetin, iletişimin tek gerçeği olduğu zamanlarda yaşıyoruz. Belki bir gün bir korsan ya da fanatik bunu yapacak. Hatta belki de yapan olmuştur. Ancak bunun pek bir değeri olmayacaktır. Bırakalım benim Led Zeppelinim bir Yunan heykeli gibi yaşamına devam etsin ve gerçek bir kitap olarak kalsın. Arayanlarda arşivlerden bulsun.
Biyografisini yazmak istediğin ancak fırsat bulamadığın başka gruplar ya da rock sanatçıları var mıydı ?
C.A: Cem Karaca hakkında bir kitap hazırlamak isterdim. O dönem woodstock'ı yazmak en büyük hayalimdi aslında. Levent Erseven ile bu konuda anlaşma bile sağlamıştık. Hatta kendisi bana bir Amerika seyahati dönüşünde oradan aldığı bir Woodstock guideı hediye etmişti. Açık olmak gerekirse woodstock beni büyülese de aynı ölçüde korkutuyordu. Çünkü her şeyden önce çok
genişti. Büyük titizlik istiyordu ve zaman alacaktı. Ama Free ve uzantısı Bad Company hakkında bugün bile kitap yapmayı istiyorum. Bence rock kütüphanesi bu grupdan mahrum kalmamalıydı. Ancak ikibinlerin Türkiye sinde bu hiç mümkün görünmüyor. Düşünsenize yüzlerce politika ve futbol köşe yazarının olduğu bir medyada bir tek müzik köşe yazarı yok. Böyle bir branş için girişim bile yok.
Son olarak en çok hangi Led Zeppelin şarkısını seviyorsun diye sormayacağım çünkü alacağım cevabı biliyorum. Soruyu değiştirip fantastik hale getirip soruyorum. Cem Akkılıç'ı bir odaya kapatsalar ve sadece bir tek Led Zeppelin şarkısı dinleyeceksin, seç deseler, şeçimin hangi şarkı olurdu?
C.A: Hiç düşünmeden Four sticks şarkısını dinlerdim.
Bu söyleşi İzedebiyat sitesinde.